28.05.2018
Erken kalkmak mecburen. İşe gitmek mecburen. Eve dönmek mecburen. Mecburiyetten.. der MFÖ şarkısında. Ta 90’lar dan. Şimdilerde mecburiyet bile olduğunun farkında değiliz. Neden?
Sevmediği işleri yapan insanlar görüyorum, işini ne kadar çok sevmediğinden konuşmaya bir başlıyor, susturabilene aşk olsun! Üstelik mecbur da değil! Ancak yine de bırakmıyor. Neden?
Duyarsınız… Bu hafta spora başlıyorum, kesin! Yarın sigarayı bırakıyorum! Evet abi ya en son ne zaman bir kitap okudum ya? Sinemaya gitmeyeli ne kadar oldu? Yanı başınızdaki bir gölü, şehri vs gezmeyi hep planladınız ancak sadece düşüncede kaldı. Neden?
En önemli neden, kendimizin işgal altında oluşu olabilir mi? Belki de hayatımızın otomatik pilot moodunda yaşamaya daha doğrusu devam ettirmeye çalışmamız! Hayatımızı yönetmekten çok idare etmeye çalışmamız.
Bu hafta güncelin etkisinden uzakta , 2014 yapımı ve hak ettiği karşılığı bulamayan ‘Yaban’ filmini üzerine sohbet edelim. Hayatımızda da hak ettiği değeri veremediğimiz güzel şeyler adına!
Cheerly adında bir kadın. Hayatında tam anlamıyla dibe vurmuş birisi. Ve birgün bu bireysel çöküşüne dur demek için durmaya karar verir. Durmak! Meksika sınırından Kanada sınırına kadar toplam 950 klometrelik bir parkurda üç ay sürecek bir doğa yürüyüşüne çıkarak, durmak. Cheerly rutin yaşadığı ve berbat olan hayatında pek çok yanlış yaparak hayatı üzerindeki hakimiyetini yitirmiştir. Kırılan bir kol alçıya alındıktan sonraki en önemli şey o kolu hareket ettirmemek ve toparlanması için zaman tanımaktır ya işte Cherrly’de rutin yaşamını durdurarak kendi yaşamını sorgulamaya başlamıştır. Yanlışlarını, değerini bilemediklerini ve kendisini bulmak, kendisine saygısını tekrar kazanmak ve en önemlisi gerçekten yaşamak için.
İnsanın modern dünyanın konforundan uzakta, sırtında 30 kilo çanta ile kendi yalnızlığında günler geçirmesi! Elbette kolay değil. Kahramanımızda özellikle ilk zamanlarda vazgeçmeyi sıkça düşünüyor. Ancak ilerledikçe kendisine olan özgüveni ve saygısının arttığını ve çok güçlü bir şekilde içinde hissettiği ‘kendisini’ fark ettikçe yola devam eder. Zamanla kendisine ait olan her şeyin tadına varır ve bir şeylerin farkına varmaya başlar.
Aslında yaşamının ne kadar da kendisine ait olmadığının, kendi yaşam filminde baş rol oynamadığını hatta sadece bir figüran olabildiğini. Ve sık sık annesi gelir aklına. 94 gün süren sıcak, kar, susuzluk, fiziki yorgunluk gibi zor doğa şartlarını yaşamadan genç yaşta alkolik biri ile evlenen ve Cheerly’nin bu yolculuk sonrasında ulaştığı gerçek kendisine, bu manevi zorluklar sayesinde ulaşamış olan annesi! Filmin bir yerinde annesi 45 yaşında kanser olduğunu öğrenince kızına ‘ Bir eş yada anne oldum. Hep başkalarının bir şeyi oldum. Hayatımın sürücü koltuğuna geçemedim. Daha çok zaman var sanıyordum’ der. Cheerly bunu hatırlayınca genç yaşta kanserden ölen annesine üzülür ancak diğer taraftan da kendi hayatının sürücü koltuğuna oturmayı ve hayatın asla ERTELENMEMESİ gerektiğini hisseder. Bir başka, annesi ile olan anısını hatırlarken anne hayatlarının sefalet ve zorluk içerisinde giderken şarkı söyleyip gülmesi üzerine kız tüm olumsuzlukları sayar ve farkında değil misin der? Anne de tüm hepsinin farkında olduğunu ancak hayatın vermediklerine ağlamak yerine elindeki ile mümkün olan en üst seviyede mutlu olmak için uğraştığını söyler... Edilgen değil etkin bir mutluluk çabası. İçi boş isyanların getireceği tembellik ve karamsarlık yerine elindeki imkanlar ile en iyisine ulaşma gerçekçiliği.
Finalde yürüyüşü bitirdiğinde, hayatının öylesine yaşanmayacak kadar değerli bir armağan olduğunu ve kendisine ait olduğunu söyler.
Sinema hayatı sorgulamak ve anlamlandırmak adına bir şeyler için varsa mutlaka izlemenizi öneririm. Hem yapımcı hem de oyunculuğu ile gerçek hikayeden uyarlanan bu filmde Reese Witherspoon’u da taktir etmemek mümkün değil. Ve filmin ruhunu paylaşan, etkisini güçlendiren Garfunkel ve Paul Simon’un ‘El Condor Pasha’ adlı eseri ile tanışmanızı sağlaması için bile izlenmeye değer bir film.