08.07.2019
MEB, Türkiye genelinde yaptığı Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi (ABİDE) araştırmasının veri analizlerini açıkladı. Raporda, 8. sınıf öğrencilerinin yüzde 16,4’ü, dört işlem sorularını çözemiyor, basit hesaplamalar yapamıyor. Türkçe’de ise öğrencilerin yüzde 66,1’i orta düzey ve altında. Bu öğrenciler; deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor. Yüzde 39,8’i vücuttaki organların görevini bilmiyor, her dört öğrenciden biri harita okuyamıyor. İki farklı olay arasında bağ kuramıyor. Bu liseye geçiş aşamasındaki çocuklarımızın resmi!
Lise aşamasında durum ne? YÖK’ün üniversiteye giriş verilerine baktığımızda, üniversiteyi "eksi net" yaparak kazanan öğrencilerin olduğunu görüyoruz. YTÜ Fizik bölümüne eksi 1.8 netle girilmiş ! ODTÜ Fizik Öğretmenliği bölümüne eksi 0.5 netle giren de var! Bu çocuklardan gelecekte bilim üretmesini veya öğrenci yetiştirmesini umuyoruz.
Üniversitelerimizin içinde, uluslararası kabul gören dergilerde yayınlanan akademik makalelerin istatistiklerini tutan SJR (Scientific Journal Rankings) adlı bir kuruluşun verilerine bakalım. Türkiye 1998’de 26. sırada iken 2018’de 19. Sırada. İran ise aynı dönemde 51. sıradan 16. sıraya yükselmiş. Bir başka ekonomik ve siyasi güç olarak yükselen ülke olan Çin’in istatistikleri bize gösteriyor ki yükselişinin arkasında itici güç bilimden başka bir şey değil! Çünkü 1996’da ABD, belirlenen ana 27 bilim dalının hepsinde birinciyken, şimdilerde 11’inde birinciliği Çin'e kaptırmış.
Tüm bu verileri nasıl yorumlamak gerek? Eğitime önem vermediğimiz şeklinde mi? Bence hayır. Çünkü etrafınızda çocuğu olan ailelerin bir numaralı sorunu çocuğuna iyi eğitim aldırabilmek... Devlet olarak da her geçen gün eğitime ayrılan bütçeyi artırmaktayız. İlgi var, yeterli seviyede olmasa bile eğitime ciddi paralar harcıyoruz. O zaman bu kötü tablonun nedeni ne? Bu soruya dikkat edin, çünkü çokomelli.
Aslında en önemli sorun eğitime bakışımızdaki algı. Biz çocuklarımıza elimizden geldiğince önem veren bir toplumuz. Ancak bu önemden beklentimiz iyi bir işi olması ve kendi kendine yetecek kadar kazanmasına dayanıyor. Esas beklentimiz para kazanacağı bir mesleğinin olması. Ülkemiz bir sanayi toplumu olmadığı için de en büyük meslek edinme yöntemi üniversite okumak...
Murat Özsoy’un İsveç ve Filmin İkinci Yarısı adında bir anı kitabı var. Kültür Bakanlığı nedense bu değerli kitabın yeni basımını yapmıyor! Kitapta, İsveç’e mühendislik eğitimi için giden yazarın gözlem ve anıları yer alıyor. Kitapta lise mezunu birinin rahatlıkla iş bulabildiği ve üniversite mezunu ile lise mezunu olanın kazanç açısından çok ciddi farkları olmadığı anlatılıyor. Haliyle de eğitimi ağır olan Tıp Fakültesi gibi bölümlere giriş için çok ciddi bir rekabet olmadığı anlatılmakta. İşte asıl sorun bu! Ülkemizde insanlar liseyi bitirdiğinde geçimini sağlayacak derecede bir kazanç sahibi olsalar, emin olun üniversite kapısında bu kadar yığılma olmaz. Öyle olmasa eksi Fizik neti yapıp kim Fizik okumak ister ki?
Yine temel bilimler olan Fizik, Kimya, Biyoloji gibi branşların hem kontenjanı azaltılıyor, hem de açılan kontenjanlar ciddi oranda boş kalıyor. Biraz ilgisi olan herkes bilir ki bu alanlar sağlam olmadan bir üniversitede bilim yapıldığını iddia etmek komik olur. Hatta bu hususta bir hatıramı da nakledeyim. Çapa Tıp Fakültesi'nden bir beyin cerrahı hocamız, eğitim için Amerika’ya gider. Hocamız heveslidir. Bu ameliyat tekniği hakkında, ya da şu hasta grubu ile ilgili yayın yaparız diye düşünür. İlk toplantıda yanına gittikleri hoca tahtaya bir yuvarlak çizer ve "Bu hücre, bunun altındaki çalışma projeleri ile gelin bana" der. Hocamızın şaşkınlığını tahmin edebiliyorsunuzdur. Anlayacağınız temel bilim olmadan yapılan bilim çok çiğdir ve sadece akademik kadro dosyasında puan olarak katkı sağlar. Asıl saygın bilimi temel alanlardan kaynaklanan çalışmalar belirler.
Bu hafta ülkemizde gençliğin gelişiminin önündeki en büyük engel olan üniversite giriş sınavı ve eğitim meselesini kabaca değerlendirdik. Planlamanın olmadığı, okunan bölümün bitirince iş istihdamının olmayacağının belli olduğu, dolayısıyla işsizliğin ertelenmesi anlamına geldiği bir sisteme değindik. Bu haliyle aslında mevcut üniversitelerin çoğunu kapatıp, fabrika ya da tarım alanı yapsak, hem üretime katkısı olur hem de işsizlik sorununa faydası olur. Ülkemizde çoğu üniversite esnaf iş yapsın, ev sahipleri evlerini kiraya verebilsin diye var. Üniversiteler açısından planlama ve koordinasyonda eksiklikler olduğu açık. Niteliğin değil niceliğin ön plana çıkarıldığı da ortada. Yazının başlığını oluşturan Kafka’nın sözüne katılmamak mümkün değil. Ancak başka bir sorunumuz da eğitimin fetiş bir değer olarak kutsanması! Bu konuya da haftaya devam ederiz...