05.08.2019
Bir Sloven, kendi kültüründen uzak olan Hasan Sabbah’ın hayatını merkeze alarak nasıl böyle bir başyapıt yazmış şaşarım. Üstelik romanı 1938 yılında, yani savaşın fiziki olarak başlamadığı, ancak her savaş öncesi olduğu gibi psikolojik ön savaşın zirveye ulaştığı zamanda yazmış. Kaousun ortasında bu derece berrak bir beyinle ve duru şekilde! Bahsettiğim Vladimir Bartol’un Fedailerin Kalesi: Alamut romanı. Roman İsmailiye mezhebine bağlı olanlardan oluşan bir topluluğun ve onların lideri Hasan Sabbah’ı anlatıyor. Hasan Sabbah zaman makinası ile Bartol’un yaşadığı zamana gelmiş ve kötü itibarını kurtarmak için yazdırmış olsa ancak bu kadar farklı bir portresini yaptırabilirmiş. Farklı, çünkü görenin kapasitesine bağlı olarak tanımlanan bir Hasan Sabbah var. Beş basamağa ayrılan öğretisinin ilk basamağındakiler asla fiziki olarak onu göremiyorlar. Bu basamaktakiler zamanlarının toplumsal kabulünü yaşayan insanlar. İlimlerini artıran ve eleştirel düşünebilme kapasitesi olanların ulaşabildiği son aşama olan beşinci aşama ise günlük toplumsal kabulleri bilen ancak onların yanlışlarını ve anlamsızlıklarını görüp manipüle edenlerin seviyesi. Bir tür ermişlik hali! Mottosu ise ‘’Hiçbir şey gerçek değil, her şeye izin vardır.’’ Bu motto Nietzche’nin üst insanı misalidir, ahlakı başkalarının tekelinden almış, sadece kendi iradesine vermiştir.
Bireyin, tanrılara karşı (bir anlamda da topluma karşı) hep kaybettiği Yunan tragedyalarının tersine Bartol’un Hasan Sabbah’ı, toplumun isteklerini manipüle ederek, toplumla çatışmadan mağlup ediyor toplumu.
Ticari bir ürün olarak insan.
Bu girişten de anlaşılacağı üzere konumuz manipülasyon ve bu girişin amacı da manipülasyonun günümüzde geldiği noktayı anlatan ‘’The Great Hack’’ belgeseli. Belgesel, Trump’ın kazandığı ABD başkanlık seçimi ve İngiltere’nin AB’den ayrılışı yani Brexit oylamalarında başrolü oynayan Cambridge Analytica şirketinin sosyal medya ve diğer internetteki dijital verilerimizi nasıl manipülasyon için kullandıklarını anlatıyor. Yolları Cambridge Analytica’dan geçmiş ancak şimdinin tövbekarları olan iki insan, bireysel verilerini şirketin İngiltere’deki merkezinden mahkeme yoluyla talep eden ABD’li bir aktivist ve iletişim profesörü, Brexit olayının arka planını inceleyen ve Pulitzer ödülüne koşan acar bir İngiliz gazetecinin gözünden olayları aydınlatmaya çalışıyor.
Filmin açılışında iletişim profesörünün öğrencileri ile dersinde geçen ilginç bir diyalog var.
-Profesör: Hanginiz bir reklam gördünüz ve mikrofonunuzun sizi dinlediğini düşünmenize yol açtı? (Sınıfın hepsi elini kaldırır) Başka türlü olabileceğini aklımız almıyor ama aslında olan şey şu: Hareketleriniz isabetli bir şekilde tahmin ediliyor. Reklamlar o kadar tekinsizce isabetli ki dinlendiğimizi düşünüyoruz. Ama aslında bu, hedefli reklamcılığın işe yaradığının ve hareketlerimizin önceden tahmin edilebildiğinin kanıtı.
-Öğrenci: Belki de internetle büyüdüğüm için olabilir ama reklamlar beni pek rahatsız etmiyor. İşin rengi ne zaman değişiyor? diye soruyor profesör ve yürüyüp metroya biniyor ve bu soruya şöyle cevap veriyor:
"Her şey dünyayı birbirine bağlama hayaliyle başladı. Herkesin birbirine deneyimlerini paylaşabileceği ve kendini daha az yalnız hissedeceği bir alan var artık. Bu alan, kısa süre içerisinde arabulucumuz, teyit edicimiz, kişisel eğlence makinemiz, anılarımızın koruyucusu, hatta terapistimiz haline geldi. Çevrimiçi hareketlerimizin verilerinin ortadan kaybolmadığını biliyorum. Derinlere indikçe farkettim ki varoluşumuzun dijital izleri trilyon dolarlık bir endüstri tarafından işletiliyor. Artık biz ticari bir ürünüz. Ama bu bedava bağlantı haline o raddelerde aşığız ki kimse hükümler ve koşullar sözleşmesini okumuyor. Tüm etkileşimlerim, kredi kartı harcamalarım, internet aramalarım, gittiğim yerler, beğenilerim… Bunların hepsi gerçek zamanlı olarak toplanıyor ve kimliğime ekleniyor. Böylece ilgili alıcılar doğrudan duygusal nabzıma ulaşabiliyor. Bunu bildiklerinden ötürü, dikkatimizi çekmek için rekabet ediyorlar. Benim için inşa edilmiş ve sadece benim gördüğüm bir içerik sağlıyorlar. Bu her birimiz için geçerli. Sevdiğim şeyler, korkularım, dikkatimi çeken şeyler, sınır çizgilerim ve onları aşmanın yolları…"
Filmde bir insan hakkında 5000 veri toplandığı ve kişilik yapısının sanal olarak oluşturulup, ona göre neyin, nasıl pazarlanacağı anlatılıyor. Bir ABD’li Hillary Clinton’a oy vermeyi düşünüyor ancak göçmenlerden nefret ediyor ve bu en önemli hassasiyeti. Şirket bu bilgiyi kullanarak, Hillary’nin göçmenleri desteklediğini, Trump’ın ise onlara karşı olduğunu bu insana gösteren reklamlar gönderiyor. Nasıl mı? Her Facebook'u’ açtığında ya da internette gezinirken ve sonuç zaten ortada iken eski bir liderin dediği gibi ‘’Adam kazandı’’...
İngiliz gazetecinin sorusu bu aşamada çok anlamlı. ‘’Bu tür manipülasyonların olduğu durumlarda adil bir seçim olabilir mi?’’ Ben günümüz demokrasisinin hele de ülkemiz gibi örgütlü, kurumsal bir yapının olmadığı toplumlarda seçimin amacının iktidarların yol açabileceği kötü durumlara karşı halkı da dahil etme yöntemi olarak görüyorum. Haftaya bu konuya devam ederiz.
Yazıyı yazarken sinema eleştirmeni sevgili Cüneyt Cebonyan abimizi trafik kazasında kaybettiğimizi öğrendim. Cüneyt abinin 2004 yılında Sabah gazetesine verdiği röportajda dediği gibi ‘’Lanetli değil, Türkiyeliyiz’’ Belki gelecek nesiller ‘’Mutluyuz çünkü Türkiyeliyiz’’ diyecekleri bir zaman dilimde yaşarlar, umut her zaman…