08.06.2020
Arkadaşın düğünü vardı Tokat’ta. Sivas’ta çalışan bir doktor arkadaşımızın arabasıyla havaalanından Tokat’a doğru yola çıktık. Sivas bozkırında yol alırken Yaşar Kemal’in ‘’Bozkırın Tezenesi’’ dediği Neşet Ertaş üstadı dinliyoruz. Yol kenarında kırmızılı, siyahlı şeritlerden oluşan direklere gözüm takılıyor. Arkadaşıma "Bunlar ne için?" diye sordum. O da “Kışın buralara çok kar yağar, o kadar ki her taraf beyaza bürünür, sürücüler yoldan çıkmasınlar diye bu direkler var.” dedi. Tokat’a doğru yaklaştıkça, dağlarda daha fazla ağaç görmeye başladık ve ben etrafa bakarken, kar direklerini ve kışın buraların nasıl olabileceğini hayal ettim. Etrafta tek rengin beyaz olduğu, her şeyin birbirine benzediği, tüm renklerin tekdüzeleştiği bir görünüm. Doğa bize bunu sunmuş olsa bile gerçeğin tekdüze olmadığını gösteren kar direkleri! O uçsuz bucaksız beyazlık içinde yoldan sapılmamasını sağlayan küçük ancak farklı renklerde yol göstericiler...
Kapitalist dünya da aynısı değil mi? Gerçeğin üzerini bir kar tabakası gibi örten yalanlar örtüsü. Yoldan çıkmanızı ve sizi gerçeklerden bertaraf edebilmek için doğru ile yanlışı ayırt etmenizi engelleyen bir yalanlar örtüsü. Ekmek davasının üstünü örten ve bizi yoldan çıkarmak için kar direkleri konmayan, altındaki kiri, pası görmeyelim diye masumiyetin ve temizliğin simgesi beyazlıkla örtülü yollar.
Geçen yıllarda bir haber okumuştum. ‘’Tekstil atölyelerindeki işçiler tuvalete gidecekleri zaman bile kart okutmak zorunda. Böylece patronlar daha çok tasarruf edeceklermiş’’... Gerçek bu... Ancak televizyonlar aracılığı ile kar gibi beyaz bir örtü ile örtülüyor bu gerçek. Afili Aşk adında bir dizi dönüyor ekranlarda. Altan Erkekli’nin Hulusi Kentmen tarzı sevgi dolu babacan patron rolünde olduğu, tekstil atölyesinde çalışan ve ailesinin baskısını hisseden fakir kız ile çapkın, sempatik zengin oğlanın sözüm ona aşkının hikayesini anlatıyor. Peki ülke gerçeğini anlatan kar direkleri ne?
Daha 20 gün önce Kocaeli Çayırova’da tekstil fabrikasında yangın çıktı ve 4 işçi öldü. Bunlardan 3’ü Suriyeli, 1’i Afgan’dı. Anlayacağınız dizi Türkiye gerçeğini fena halde ıskalamakta.
Mardin ve töre dizileri ara ara televizyonlarda boy gösterir. Yıl olmuş 2019! Hala dolaylı olarak feodalliği öven ve zengin Arap şeyhleri misali ağaların baş rol olduğu bu diziler bir türlü bitmedi gitti. Zamanında Mardin’de çalışmış birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki gerçeklikle bağı olmayan ancak zorlama ve hatta bu düzeni özellikle öven ve değişmesini istemeyen yapımlardı adeta... Havaalanlarının, AVM’lerin, TV'lerin, internetin, sosyal medyanın her eve girdiği gerçeğini artık dizi yapımcıları da görmeli. Bu gericilikte ısrar neden anlamak mümkün değil! Sanatçı toplumunun önünde olması gerekirken bizde kafasını kuma sokmuş ve değişim yerine sahte bir dünyayı dayatmaktalar… Son seçime bakın, bir mektup ile halkın tercihinin değişeceğini düşünecek kadar geride kalmış bir zihniyeti görürsünüz. İşte o zihniyetin dizilerdeki bakış açısını da bunlar temsil ediyor. Israrla şehirleşme gerçeğini görmüyorlar. Bu tarz dizilerde kar direklerimiz ne? Her yaz tatil için değil ekmek parası için çoluk çocuk evlerini terk eden mevsimlik tarım işçileridir. Ancak bizim dizi ve film sektörümüz bu gerçeği görmek yerine sözüm ona aşk hikayeleri ile bu gerçeği görmezden gelip, izleyenleri yoldan çıkarıyorlar!
Dizilerin çoğunda kadın senaristler var. Ancak dizilerde ‘’Kadının sadece adı var’’ Kadınların mesleği yok, tek bildikleri aşk diye pazarlanan ancak gerçekte erkeğin güdümü altına girmekten başka bir şey olmayan saçmalıklar yığını! Eskiden Doktorlar dizisi vardı. Asistan olan kadınlar, hocalarına aşık oluyorlardı. Hiç tersini gördünüz mü? Güçlü bir kadının kendisinden mesleki olarak daha alt biri ile olan aşkını! Yok Erkenci Kuş, Yasak Elma diye hep aynı zırvalar gidiyor…
Kadınlar kendi ayakları üzerinde duran kadınlar değiller. Erkeğinin bir kolu, ayağı gibi bir organından başka bir şey değiller. Kendi başlarına eksik bir varlıklar ve bir erkekle birlikte varlıkları tamamlanacakmış gibiler. Üstelik bu diziler kendilerini feminist sayıyorlar. Rosa Luxemburg bunları iyi ki görmemiş. Ancak Rosa Luxemburg’un katledilmesini görmezden gelenlerin vardıkları noktanın Hitler olduğunu da unutmamak gerek!
Sonuç olarak gericilik bir şekil meselesi değil anlayış meselesidir. En berbat gericiler de kendilerini bulundukları mahalleden dolayı ilerici sananlardır. Gerçeği görmeyen/göstermeyen herkes gericidir. Türkiye feodal yapıdan kapitalist bir sürece geçerken hala feodal değerlerle konuşmak gericiliktir.
Neşet Ertaş ustanın Yolcu adlı türküsünde dediği gibi: ‘’Cehalet elinde küskün kederiz’’