09.08.2018
Son günlerde ülke gündeminde maalesef sıkça karşılaştığımız iğrenç bir konu çocuk tacizi. Bu hafta bu tarz toplumsal infiale neden olan konular gündeme geldikçe çözüm olarak gündeme getirilen bir başka insanlık suçunu değerlendirmek isterim sizlerle; o da idam. Bir yanlışı bir başka yanlışla düzeltme çabası. Sistemin kötü karşısında, onun tarzı ile cevap verme biçimi. Bu kabul edilebilir bir şey değil.
Kanadalı yönetmen Dennis Villeneuve’nin ‘Politeknik’ filmi aklıma geliyor. Film 6 aralık 1989’da kadın düşmanı bir psikopatın Montreal’de Politeknik Okulu’nda 14 kadın öğrenciyi katletmesini anlatmaktadır. Gerçek bir olaydan uyarlanmıştır film. Ancak bence çok kötü bir bakış açısına sahiptir. Çünkü film kadın düşmanı bu psikolojik olarak rahatsız olan anormalin, katilin yaptıklarının yanlışlığını anlatma çabası içinde, bir tür ona cevap verme niteliğindedir. Masum insanları öldüren birine bunun yanlış olduğunu anlatma çabası kadar saçma bir şey olabilir mi? Filmdeki kadın karakterler tam tersine kadın oldukları için yaşadıkları zorlukları anlatmaktalar. Yani bu psikopatın gerekçesinin yanlışlığını ispat etmeye çalışmaktalar. Bu bir tür katili muhatap almak demektir. Yine düşünsenize son zamanlarda Batı’da karşılaşılan İslam’dan kaynaklandığını iddia edip insan öldüren katillerle ilgili bir film yapılsa, bu kez de bu adamları İslam’ın temsilcisi sayıp İslam’ın yanlışlığını mı iddia edecekler? Bu olayların birinci yönü bu. Yani bu insanlar normal değiller ve normal insanmış gibi muhatap alınmaya da değmezler.
Ancak idam tehlikeli bir kapı. Hele ki bizim gibi toplumlar için asla kabul edilemeyecek bir yol. Düşünün çok değil 7-8 yıl önce gerçek suçluların yanında masum insanların da harcandığı bir Ergenekon süreci yaşadık. Ardından onları yargılayanların çoğunun suçlandığı yeni bir süreç yaşadık. Pek çok açıdan sistemin tam oturmadığı bir toplumda asla geri dönüşsüz yolları savunmak doğru değildir. Yine yaşı mahkeme kararı ile büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in toplum vicdanında açtığı yara hala kapanmış değildir.
Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in 2012 yapımı başyapıtı ‘The Hunt’ ülkemizde gösterime giren adıyla ‘Onur Savaşı’ filminde bir çocuğa istismarda bulunduğu iftirası ile toplumsal linçe maruz kalan bir insanın hikayesini muhteşem bir şekilde anlatmaktadır. Hatta filmin sonunda adamın masumiyeti kanıtlansa bile toplumun ona karşı hala ön yargılı olduğunu gösteren bir sahne ile bitmektedir. Dikkatinizi çekerim Danimarka gibi gelişmiş bir toplumda bile durum böyleyken bizde ne halde olur varın siz düşünün artık.
İşin garibi ülkemizde bu durumu ezilenler daha çok savunmaktalar. Halbuki idam geldikten sonra iktidarların kendisine muhalif olanları bu kapsam dahiline sokarak yok etmeyeceğinin garantisi var mı? Üstelik bizim gibi hukukun tamamen kurumsallaşmadığı ve içselleştirilmediği bir toplumda. Kendisi ile evlenmeyi kabul etmeyen kadını, hoşlanmadığı mesai arkadaşını, hatta kavga ettiği oğlunu terör örgütü üyesi diye ihbar eden insanları da içeren toplumdan bahsediyoruz.
Elbette bu tür iğrenç suçlar ile çok etkin şekilde mücadele edilmeli ve cezalandırılmalı. Ancak bunun yolu asla idam olmamalı. Çünkü idam şeytana hukukun kapısını meşru yollarla açar. Üstelik şeytanilik toplumsal olarak aramızdayken.
Çok sevdiğim bir Rum atasözündeki gibi ‘Taş da yumurtaya çarpsa, yumurta da taşa çarpsa kırılan yumurta olur’. İdam, ezilenler ve muhalifler için (yani yumurtalar), iktidarlarla (yani taşlarla) çarpışma ihtimallerini artırır.
Buraya kadar şu sonuç çıkarılabilir yazıdan: ‘Aslında idam yerinde uygulansa doğru bir karar’. Elbette bu sonuç doğru değil. Doktor Jivago filminde bir sahne var. Savaş alanında bir yaralıyı ameliyat edip kurtarmak için saatlerce çabalar doktor. Oysa o süre içerisinde onlarca insan ölmüştür. Bizim ülkemizde de idamın kendisinin de insanlık suçu olduğunu anlatmak için bu filmdeki gibi ölümün sıradanlaştığı bir ortamda yaşamamamız gerekir. İşte en son acı haber Çorlu’dan geldi. Tren kazasında 24 insanımızı kaybettik. Biz toplum olarak bu tarz ölümlerin sıradanlığını kabul etmekten vazgeçmedikçe, bu tür tartışmalar havanda su dövmekten farksız ve de gereksiz.